6 Kasım 2012 Salı

Tek başına seyahat - Porto 1

Eveet efendim,  her ne kadar her akşam belirli bir vaktimi gezimin detaylarını sizlerle paylaşmaya ayırsam da, 1 gün geriden geliyorum ne yazık ki.
Porto'ya dün geldim, ancak bugün yazabiliyorum.
Ama, dün ve bugünü birleştirerek bu akşam arayı kapatmayı umuyorum. Çünkü dün günümün bir kısmı yolda geçtiğinden, anlatacak daha şeyim var :)
Ama bugün çok dolu dolu geçti.
******
Dün sabah kahvaltıdan sonra Santa Apolonia istasyonuna geçtim. Saat 10:30 gibiydi ve Porto'ya ilk tren 11:30'daydı.
Saat 15:00'e doğru trenimiz  Porto'ya vardı.
Trenden iner inmez ilk farkına vardığım şey buzzzz gibi hava oldu :)
Bir taksi bulup binene kadar resmen titredim.
Oysa Lizbon'da tişört ya da pamuklu sweatshirt denebilecek kalınlıkta kıyafetlerle dolaşıyorduk.
Porto'ya üstümde yanımdagetirdiğim en kalın montla indim  ve dondum.
Hostelime geldim, burayı da çok sevdim. Tattva Design Hostel. Lokasyon çok iyi, şehrin içerisindeki pek çok önemli lokasyona çok yakın. Ayrıca yepyeni ve çok ferah. Oasis'in kendine özgü bir samimyeti ve rahatlığı vardı. Burası daha hijyenik, daha temiz daha havadar; ama biraz da otel/yurt gibi.
Çalışanlardan da çok memnun kaldı bu arada, hepsi inanılmaz sıcakkanlı ve yardımseverler.
Hostele yerleşip, soluğu sokaklarda aldım.
Hostel Batalha denen semte/bölgeye çok yakın. Hemen buradan fünikülere binip, Ribiera'ya indim.
Bayıldım, gerçekten bayıldım. Lizbon, evet güzeldi. Bu vakte kadar gezip çok sevdiğim şehirler oldu; ama burası bambaşka. Küçük, samimi, sessiz, insanları çok sıcakkanlı ve yardımsever.
Dom Luis Köprüsü
Ribiera,  hemen nehir  kenarında, şehrin en eski ve otantik, orijinaline en yakın şekilde korunmuş bölgelerinden birisi. Büyükcene bir meydan gibi düşünülebilir. Fünikülerden daha inmeden, Dom Luis Köprüsü'nün inanılmaz güzellikteki manzarasıyla karşılaşıyorsunuz. Meydanda takı vs satan tezgahlar, cafe/restaurantlar, nehirde tur yapan tekneler ve buna benzer turistik mekanlarda bulunabilecek şeyler var.
Ama ortam öyle huzurlu, öyle kendisine has ki. Daha Ribiera'ya iner inmez, bir Porto yerlisiyle tanıştım. 60'lı yaşlarındaki Euclides, bana şehir hakkında bilgi verdi, nerelere gitmem neleri görmem gerektiğini anlattı.
Nehrin diğer tarafında şarap imalathaneleri var, onlara yarın gideceğim. Onlardan bahsetti, bir tanesini tavsiye etti, yarın gidip test edine yazarım :)
Yarım saatten fazla sohbet ettik, çok keyif aldım ve çok yardımcı oldu.
Sonra da oturup deniz mahsullerinden oluşan güzel bir yemek yedim.
Ribiera'da gün batımı
Hani bazen bazı anılar, bir koku, güzel bir müzik, bir plajda güneş ışığının teninizde bıraktığı sıcaklık gibi ufak detaylarla insanın hafızasına kazınır ya; Porto - Ribiera da benim için öyle oldu. Günbatımındaki muhteşem kızıllığın hemen arkasından, yemeğimin üstüne gelen Caffe Latte'mi avuçlarımın arasına aldığım anda parmaklarımdan tüm vücüduma yayılan sıcaklığı hiç unutamayacağım sanırım.
Bu arad, bu şehri çok romantik bulduğumu söylemeden de geçemeyeceğim. Gerçi tek başıma geziyorum ama, romantik bir gezi ya da aşk tazelemek isteyenler için çok uygun bence.

Bu sabah erkenden yola çıktım Ne yazık ki, güzel haftasonu (yani insanların da benim de çalışmadığımız günler) geride kalmıştı ve iş başlamıştı. Sabahın köründe bir dizi iş telefonundan sonra gezime başladım.
Se Catedrali'nin fotoğraflarını çekip, merdivenlerden yürüyerek tekrar Ribiera'ya indim. Ribiera'nın sonuna kadar yürüyüp, sağ taraftaki sokaklardan bir arkadaki ana caddeye çıktım ve oradan tramvaya binerek Okyanus kenarına kadar gittim. Okyanus ne büyük ve ürkütücü birşeymiş öyle :)







Castelo Queijo
Bir süre kocaman dalgaları izledkten sonra, bu sefer otobüsle Castelo Queijo'ya kadar gittim. Biraz fotoğraf, biraz yürüyüş derken, tekrar otobüse atlayıp Matosinhos'a gittim. Bu bahsettiğim yerler aslında aman görmezseniz olmaz yerler değil. Castelo Queijo'dan kocaman bir kale beklemeyin, Matosinhos'ta ise eski büyük bir market (çiçek pazarı bile var içinde) ve deniz mahsulleri ağırlıklı yemek yapan esnaf lokantası tipli restoranlar dışında pek birşey yok.  Ama gelmişken göreyim dedim :)



Casa de Musica

Casa de Musica
Arkasından tekrar otobüse atlayıp, Boa Vista bulvarına gittim. Bir noktada inip yürüyerek mimarisiyle dikkati çeken konser ve sanat merkezi Casa de Musica'ya kadar geldim. 2000'li yıllarda yapılmış olan bu binanın mimarisini de doku ve devamlılık açısından çok başarılı buldum.
Yürümeye devam :) Kirstal Sarayı'na geldim, aslında önemli olan bahçesi, sarayın içinde pek birşey yok. Bahçeyi gezdim, ama önemli bir uyarı. Bahçenin tek giriş çıkışı var, öyle Central Park ya da Maçka Parkı gibi, bir tarafından girip öbür tarafından çıkarım yanılgısına düşmemek lazım :)
Livraria Lello

Livraria Lello
Kaldığımız yerden yürümeye devam :) Geldik Livraria Lelloe'ya - Lello Kitapçısı. Kitapçı deyip geçmeyin, iç mimarisiyle Harry Potter kitaplarına ve filmlerine ilham kaynağı olmuş bu güzel kitapçıyı mutlaka görmelisiniz.
Buradan çıkıp Praça de Liberdade -Özgürlük Meydanı'na geçtim, ama diğer yerlerin yanında burası sönük kaldı :)
Çok yorucu, bol yürümeli, bol deniz mahsullü ve hayrettir ki az kahveli; ama çok keyifli  bir gün geçirdim.
Akşam yemeğini yine Ribiera'da yedim. Açtıkları şişe şarabımı da pek tabi ki bitiremeyip paket yaptırıp hostele getirdim :)
Yarın şarap imalathaneleri, tekne turu v.b. ile burada olacağım :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder