30 Aralık 2010 Perşembe

Bir yıl daha bitiyorrr, bir yenisine de az kaldıı :)

Kaç gündür yazamadım, artık klasik oldu tabi bu durum ama, yine de hem elim gitmeyip hem de vakit bulamayıp yazamadıkça hafiften suçluluk da duyuyorum, yazmıyorum diye aklıma geldikçe hafifçe içim cızz ediyor işte :)
Bugünlük, gezi yazıma ara vermek istiyorum.
Anlatmak, yazmak istediklerim var çünkü.
Çoook güzel, çok masum başlamış; ancak karşıdaki kişinin koşulları sebebiyle masum sayılamayacak bir şekilde ilerlemiş olan bir ilişkim vardı, 1 yıldan uzun zamandır devam eden.  Detayı çok mühim değil. ama, yalnızlıktan mıdır, yoksa çok sevmek, çok özlemekten midir bilinmez, uzun süre önce birlikte karar vermiş olmamıza (pek çok kereler) rağmen bir türlü bitiremiyorduk bu ilişkiyi. Günlerce birbirimizi aramıyor, konuşmuyor, sonra bir anda özlem dayanılmaz hale geliyor ve yine birbirimize koşuyorduk.

Çok masum başlamıştı, çok da sevdik birbirimizi, inanıyorum buna.
Çok güvendim, kendimi tümüyle adadım ilişkiye, hayaller kurdum, ümit ettim.
Öyle masumdu ki, biz öyle masumduk ki; bir ömür beraber olacağımızı sandım. Sandım ki, başkalarının üzülmesine sebep olacak olsa bile, iki insan, doğru insan iseler birbirleri için, bir araya gelmeliydiler.
Yapılması gereken buydu, hayat öyle kısaydı ki. Hele ki, mutsuz olduğun, neden seçtiğin belli olmayan ve seni her gün yavaş yavaş öldüren bir hayatı yaşamak için, çoook kısa.
Biz birlikte olmalıydık, hayatı birlikte yaşamalıydık.
Ama olmadı işte, süre uzadıkça biz yıprandık, bununla beraber aramızdakiler eskisi kadar masum da değildi artık, kayboldu masumiyetimiz. kaybettik onu, ellerimizden kayıp gidiverdi.
İşte, Amerika'dan döndükten sonra, birkaç kez daha gördüm onu.
kimi zaman güzel, kimi zaman gergin, kimi zaman romantik, kimi zaman ise kırıcı anlar sığdırdık bu kısacık birkaç görüşmeye...
ve bir gün bir şekilde, nasıl olduğunu ben de bilemiyorum ama, içimde birşeyler bitiverdi. kafamda bitti bir anda.
Ne hissedersem hissedeyim, ne yaparsam yapayım; bu yaşananlar "ben" değildi. Bana yakışmazdı bunların içinde olmak. 1 yıldır biliyordum, ama gözlerim kör olmuştu.
Bu hissin içime dolmasıyla birlikte, geri dönmemem gereken bir yola girdiğimi farkettim.
Kafamdan tüm bunları atıp, kendime odaklanmam gerektiğini hissettim.
Yanlış olduğunu bildiğim şeyleri, yine de yapıp, kendi gözümde değerimi düşürmüştüm. Kendime olan saygımı kaybetmiştim.
Kendime dönmeli, "ben" olmalıydım.
Kararlar aldım, uzun zamandır hep düşünüp planlayıp ertelediğim şeylerin bir listesini yaptım kafamda.
Bir yerinden başladım.
Aslında ilk adım, Amerika'dan aldığım cici fotoğraf makinem oldu.
Sonra uzun zamandır yapmadığım gibi alışveriş yaptım, kendime şimdiye kadar hiç giyinmediğim, çok daha modern ve değişik tarzda kıyafetler aldım.
uzuuuun zamandır planladığım ama bir türlü uygun koşulları bulamayıp gerçekleştiremediğim operasyonu oldum ve gözlüklerimden kurtuldummm :)İnanılmaz hafifledim :)
O kadar yıldır erteliyordum ki.
Yıl sonuna kadar, 1 yıldır ertelediğim şeyi yapıp, bir spor salonuna üye olacağım :) Biliyorum sadece 1 günüm var :)
Ocak sonuna kadar ise, hayalimdeki evi bulup ona taşınmak, araba ile trafiğe çıkabilmek için özel dersler almak ve TOEFL sınavına girmek şimdilik diğer hedeflerim :)
Bunları yapıp, hep ertelediğim, plan bile değil, sadece hayalini kurduğum işlerle ilgili harekete geçmiş olmak beni inanılmaz rahatlattı . Kendimi hafiflemiş hissediyorum ve mutluyum.
Yani 1 yıldan uzun zamandır omuzlarımda bir yük gibi beni takip eden o suçluluk hissinden kurtulup, kendime olan saygımı yeniden kazanabilmek, kendi gözümde kendi değerimi yükseltebilmek ve hayatımın odak noktasını değiştirebilmek için yaptığım herşey işe yaradı :)

Bridget Jones'un günlüğüne yazdığı yeni yılda yapılacaklar listesi :)
 İnsanların genelde yılbaşlarında verdiği (bknz. Bridget Jones)
bu tarz kararları, Aralık ayı itibariyle alıp, kısmen de olsa hayata geçirmiş olmak beni çok mutlu etti.
Yüzümde tuhaf bir gülümseme var ve aynaya bakıp gözlüksüz "ben"i her görüşümde, hayatım ve kendim için aldığım aksiyonları düşünüp mutlu oluyorum.
Herkese tavsiye ediyorum, istediğiniz, hayal ettiğiniz, ertelediğiniz her ne ise, siz de, mutlaka harekete geçin.
Hayat geçip gidiyor ve  harekete geçmek için beklediklerimiz asla gelmiyor.
Bugünün işini yarına bırakmayın; bugün, hemen, sadece kendiniz için; harekete geçin :)

ayrıca herkese sağlıklı, mutlu, huzurlu, güzel bir 2011 diliyorum :)
umarım herşey dilediğiniz gibi olur ve hayatınız boyunca hep güzellikler, mutlulukla, gülümsemeyle hatırlayacağınız bir yıl geçirirsiniz.

23 Aralık 2010 Perşembe

Vivaaaaa Las Vegassss :)


Bir önceki yazımda anlattığım, kısa Los Angeles turunun ardından, 3. günün sabahında Las Vegas'a doğru yola çıktık. Yaklaşık 3,5 saatlik yolun sonucunda Las Vegas'a vardık.
Ben yolun büyük kısmını, yeni oyuncağımla, yani birönceki gün Los Angeles'tan aldığım fotoğraf makinesiyle oynayarak geçirdim :) Ve tabi ki yol buyonca arabanın içerisinden fotoğraflar çekerek :)








Miracle Miles
Büyük bir azimle aradığımız ve bulduğumuz Todai's Japanese Restaurant'ını öğlen yemeği için pahalı bulup, restaurantın da içinde yer aldığı Miracle Miles( adı tam bu olmayabilir ama yakın bişidi :)) adlı alışveriş merkezinin içerisindeki yerlerden birince yedik.
Yeni gelen herkes gibi, ilk ilgimizi çeken, alıveriş merkezinin tavanının gökyüzü gibi tasarlanmış ve ışıklandırılmış olmasıydı. İnsana kendini truman Show'da gibi hissettiren ve asla gece olmayan asla uyumayan bir şehir işte... Çünkü ilk anda şaşırmakla birlikte, bir çok otel ve alışveriş merkezinde aynı uygulamanın olduğunu görünce hemen alışıverdik zaten.



Otelimizin önündeki kanallar ve Mirage
Yemekten sonra alışveriş merkezinde dolanıp, akşam üzeri gibi otelimize gittik. Otel çok büyük, hatta çok büyük 3 otelin birleşimi gibiydi. (Palazza, Venetian ve Venezia) Bu 3 otelin alt kısmı da büyük bir alışveriş ve yeme içme merkezi olan ve Venedik kanalları gibi tasarlanmış, kanallarda gondolların yüzdüğü Grand Canal Shopping vardı.
Tabi otele chack in yapıp odamıza gidebilmemiz biraz uzun sürdü ne yazık ki. Çünkü otoparktan ancak Grand Canal Shopping'e çıkmayı başarabildik. Tüm kanalları bavullarımızla gezip, yine de lobiye ulaşamayıp, tekrar park yerine inen asansörlerle bi kaç kat inip, başka bir asansörde aktarma yapıp, 15 dk kadar daha yürüyüp lobiye ulaştık. Bu arada, asansör aktarması ve sonrai 15 dklık yürüyüşte, herhangi bir yön sapması olmadığını ve yolun bu kadar sürdüğün de belirtmek isterim :)
Zaten sonraki 2 gün içerisinde de, odadan restaurant ya da casino'ya inişimiz, yaklaşık 15 dk civarında bir yürüyüş gerektiriyordu. Otelin boyutlarını siz düşünün artık :)

 Grand Canal Shopping içerisindeki bir restaurant 
 İlk akşam , duşumuzu alıp, bavulları taşımaktan yorulmuş  ve saat farkına hala alışamamış bedenlerimizi biraz dinlendirip, cici giyinip süslenip (ne de olsa Vegas'tayız) Grand Canal'da yemeğe indik. Bir İtalyan restaurantı seçtik( ne kadar da şaşırtıcı :)) genel olarak da memnun kaldık. İtalyan olmasına rağmen, Sangria servisleri vardı ki buna çok memnun oldum. Bir yanlışlık sonucu rosemaryli bir pizza söyleyip, yiyemedik :( Sonra başka bir pizza daha seçip, karnımızı doyurup hepimiz mutlu olduk :)
Sonra otelin Casino'suna ilerledik.Hiçbirimiz o zamana kadar kumar oynamamıştık. O yüzden ilginç bir deneyim olmakla birlikte, artık kollu makineler olmadığından, bilgisayar üzerindeki yazılımlarla, sadece düğmeye basıp çalışan makineler olduğundan tam olarak tatmin olmadık:( Ama kaldığımız otelin Casino'sunda bet'ler, ne yazık ki Black Jack ya da Poker masalarına oturmak için yüksekti. 2 kağıt açtımak için $25 ıma kıyamadım, sonuçta makinelerle oynamaya devam ettik. Kumar için ayırmayı düşündüğüm paranın yaklaşık yarısını o akşam harcayıp (bu makinelerde kazanma ihtimaliniz bence Sayısa Loto'yu kazanma ihtimali ile aynı), ayakta uyuduğumuzu farkedip odamıza döndük.
Vegas'taki 2., Amerika'daki 4. günümüz, Las Vegas'ı ve otelleri dolaşarak geçti. Mirage ile başlayıp, Ceasar's Palace, Bellagio ile devam ettik.
Akşam da, MGM Grand'a Cirque du Soleil'in "Ka" gösterisini izlemeye gittik ve sonrasında biraz oteli dolaştık. Gece arabayla ufak bir Las Vegas ve fotoğraf turu yaptıktan sonra da, otelimize döndük. Saat farkına alışamamak bizi kötü etkiledi. Hani, gezi ekibinde hiçbirimiz gece insanı değildik, ama sonuçta "Las Vegas"taydık. Biraz daha eğlenmeli, biraz daha dağıtmalıydık, kısmet işte, olamadı.
Aslında toplamda turistlerin ilgisini çekebilecek alan bir ana cadde üzerindeki devasa boyutlardaki otellerden oluşuyor.
Bellagio ve fıskiyeleri
Las Vegas'ta olduğunuz asıl gece anlıyorsunuz. Yine de, değişik mimarilere sahip oteller, bellagio'nun havuzu ve her yarım saatte bir olan su gösterisi, geceleri ışıl ışıl olan bir dünya.
Kumarhanelere girip, ellerinde içkileri, üzerlerinde eşofman/pijama'dan bozmuş kıyafetlerle, ayaklarını yanlarındaki tabureye uzatmış, bezgin ve mutsuz bir şekilde makinelerin başında oturanları görünce biraz büyü bozuluyor, ama olsun.
Ertesi gün, sn günümüzdü, 11 de odamızı boşaltmamız gerekiyordu. Bizim evin salonu boyutundaki banyoyu, ne gezi sırasında ne de daha sonrasında pek fazla bir yerde bulamayacağımızı düşünerek, sabah sırayla duşlarımızı aldık :) Artık otel görmekten sıkıldığımızı düşündük ve daha çok ilgimizi çekebilecek bir yere gitmeye karar verdik , Las Vegas çıkışındaki Desert Hill Premium Outlet Center'a :D
Bu kısmı çok anlatmama gerek yok sanırım, ama öğle saatlerinden akşam 9'a kadar alışveriş yaptığımızı, arabanın arka koltuğunu valizler ve alışveriş çantalarıyla doldurduğumuzu, sonra da 4,5 saatlik yolumuz olduğunu farkına vardığımızda hep beraber, en çok da arabadaki tek şöför olan arkadaşımızın, şok yaşadığımızı söyleyebilirim. Gece 1:30 gibi, çok şükür,sağ salim  Bakersfield'da olduk. Arkası daha sonra artık :)
Las Vegas ile ilgili özet yapacak olursak, otel gezmek ve kumar oynamak dışında yapılabilecekler
  • Bir sürü güzel show var, en az bir tanesine mutlaka gidilmeli,
  • Bellagio gezmek için en güzel otellerden birisi, Venetian/Venezia Towers/Palazzo üçlüsü de görülmeye değer, Wynn de güzel. Onun dışında, İtalyan esintili pek çok otel var, zaten birini görmek aslında yetiyor. Bellagio gibi.
  • Vakit bulabilirseniz, Grand Canyon turuna gidin. 2 çeşit tur var, bir kısmı otobüs ile gidiyor, bir kısmı da uçak/helikopter. 2. kısım tur, oldukça pahalı $400-500 civarında. 1. kısım tur da yaklaşık gidiş ve dönüş toplamda 12 saate yakın yol içeriyor. Bir gün içeriisnde 6 saat yol gidip, 2-3 saat dolanıp, tekrar 6 saat dönmek zor oalbilir. Bizim vaktimiz de, tura verecek ekstra $500 ımız da yoktu ne yazık ki :)
  • Yükseklik korkusu olmayanlar ya da adrenalin dolu bir deneyim yaşamak isteyenler, Stratosphere'i deneyebilir, ne yazık ki o cesaretimiz de yoktu :)

 

13 Aralık 2010 Pazartesi

Gelelim bayram tatilimize :)

Günlerdir (yaklaşık olarak en az 3 hafta oluyor bu :)) bir türlü fotoğraflarımı bilgisayara yükleyip, bayramda yaptığımız yaklaşık 2 haftalık güzel ve çok keyif aldığım gezimizi anlatacak fırsatı bulamadım.
Tamam, fırsat bulamadım demeyelim, biraz tembelliğime gelmiş olabilir :D
pek çok duraklı gezmizin rotasını daha önce sizlerle paylaşmıştım. Biraz değişiklik olmuş olsa da, temelde aynı kaldı. Los Angeles, Las Vegas, San Francisco ve tekrar Los Angeles
Şimddiii efenim, tatilimizin 1. günü ile başlamak gerekir ise, akşam saatlerinde LA'a inip havaalanından aracımızı kiraladık. Bavullarmızın sığmayacağını da düşünerek, büyük bagajlı bir SUV kiraladık.
İlk akşam zaten geç saatlerde orada oluşumuz, valizler, araba kiralama ve de toplamda 18 saatlik yolculuğun ve de o kadar saat farkının sonucunda oldukça yorgun olduğumuz için, otelin yakınlarında bir Thai restoranında yemek yedik ve duş alıp yattık. Tabi gecenin bir köründe (muhtemelen saat farkından) uyanıp neredeyse sabaha kadar dönüp durduk, ama o kısım ayrı bir konu :)
Ertesi gün , Hollywood bölgesinde kaldığımızdan dolayı, Hollywood'un bir nevi merkezi ve de en turistik bölgelerinden biri olan "Walk of Fame" ile başlayalım dedik. Fotoğraf makinem ilk gün öğleden sonra satın aldım (malum, Amerika'nın güzel fiyat avantajlarından yararlanayım dedim) . O yüzden ilk güne ait fotoğraflar henüz bende yok. geldiğinde buraya ekleyeceğim. Şimdilik internetten bulduğum fotoğraflarla idare etmek durumundayım.
Hollywood Walk of Fame (2006)
Walk of fame, Chinese ve Kodak Theater'lar, ünlülerin ismine adanmış yerlerdeki yıldızlar, yine ünlülerin el ve ayak izleri, sonrasında, fotoğraf makinesi ve tabi diğer elektronik siparişlerin alışverişi derken akşam üzeri oluverdi işte.
Walk of fame, kolay yürünebilecek, çok da uzun olmayan üzerinde bolca hediyelik eşya mağazası ve birlikte fotoğraf çektirebileceğiniz(eğer isterseniz tabi)  ünlülerin benzerlerine sıkça rastlayabileceğiniz bir yol. Chinese ve Kodak Theater'lar da bu yol üzerinde bulunuyorlar. yolun devamında meşhur Hollywood yazısını görebileceğiniz yerler bulmanız mümkün.
Sonrasında da, otelimizdeki çok sevgili resepsiyon görevlisinin önerisi üzerine, yine otele yakın bir yer olan Griffith Observatory- Griffith Rasathanesi'ne gittik. Hemen hemen tüm Los Angeles'ı tepeden gören ve de eski-yeni pek çok film için çekim mekanı olmuş (belki de en önemlisi James Dean ve Natalie Wood'un Asi Gençlik - Rebel Without a Cause filmidir.), tarihi ve mimari açıdan görülmeye değer bir yapı.
Aynı zamanda , Rasathane'ye giden yol  da, ormanlık bir alan içerisinden geçen ve keyifli bir yol.
Gittiğinizde hem rasathaneyi gezebilir, hem de güzel Los Angeles manzaraları izleyip fotoğraflayabilirsiniz.
Hava açıkken gitmenizi tavsiye ediyorum, biz gittiğimizde yoğun nemli ve koyu renkli yağmur bulutlarının olduğu bir gündü, okyanusu pek net göremedik ne yazık ki.

Griffith Observatory
Griffth Observatory-  By Alex Holzknecht

Fotoğraflar geldiğinde emin olun daha bir anlam kazanacak bu yazdıklarım :) bekleyin, kesinlikle çok kısa bir zamanda ekleyeceğim :)
 
los angeles skyline from Griffith Observatory
Los Angeles from Grifftih Observatory - By mbell1975











Aynı akşam , Walk of fame'in en sonunda diye tarif edebileceğim Sunset strip'e gidip akşam yemeğimizi orada yedik. Oldukça güzel restoranlar var, ortam da çok hoş. Akşam yemeği ve eğer hava güzel ise , keyifli bir yürüyüş için tavsiye edebileceğim bir yer. Bir sürü İtalyan restoranı var k, doğal olarak hepsi alternatif olabilir :)

Dark strip.
Sunset Strip-By Neil Armstrong2
Hepsini bir günde anlatamam, değil mi? O zaman, arkası yarın :)

3 Aralık 2010 Cuma

sen olsaydın yapmazdın, biliyorum

"güzel kalan yaralar vardır. sen de benim artık ancak izi belli olan, zaman zaman yanlış bir dokunuş ya da mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın – ne benzetme ama."

Bu alıntıları arayıp bulmadan önce, ekşisözlük'ten baktım. İyisiyle kötüsüyle yorumlar var, beklediğim kadar çok değil, ama var.
1993 yılıydı sanırım bu kitabı ilk okuduğumda. Üniversiteye hazırlandığım dönemlerdi. Bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak almıştım kitabı, dershane için gittiğim Bursa'dan ve Bursa'dan eve döndüğüm o yaklaşık 1,5 saatlik yolda, can sıkıntısından bi göz atsam mı diye başlayıp, sonuna kadar okumuştum, bir solukta...
Yoldan, yolculuğun içinde geçtiği o gürültülü, rutubet, insan ve hatta sigara kokan o otobüsten, yol arkadaşlarımdan, herşeyden soyutlanıp, gerçekten bir solukta nasıl bitirdiğimi bugün bile hatırlıyorum.
16 yaşındaydım ve belki de gerçekten hayatımda en çok etkilendiğim kitaplardan birisi oldu. En çok etkileyen değil, ama onlardan birisi.
Kitabı yazanın bir erkek olduğuna uzun süre inanamadım, Kürşat Başar'ı tanımazdım; uzunca bir süre aslında kitabı yazanın "Kürşat Başar" takma isimli bir kadın yazar olduğunu düşünmek istedim, gençlik ve naiflik işte.
Hayatımın sonraki dönemlerinde, tekrar tekrar okudum bu kitabı, sayısını hatırlamıyorum. Şimdi tekrar baştan sona okuyabilir miyim bilemiyorum, ama bazı cümlelerin etkisi hala sürüyor üzerimde. Hatırlamak istediğim bazı duyguları hatırlamamda yardımcı oluyor bana, hala hissedebildiğimi bilmek istediğim bazı duyguları...
Kendi içimde daha derinlere ulaşmamı sağlayan, bundan yıllar önceki "bana" ulaşmamı sağlayan bir gizli anahtar gibi. Tüm yaşanmışlıkların ardına gidip,  tüm aşklardan, ihanetlerden, unutulmuşluklardan, yalnızlıklardan, yozluklardan, nasır tutmuş yüreklerden öncesine gidip, o zamanki kendime bakmamı sağlıyor.
Dokunduğunuzda sizi geçmişe götüren bir anahtar gibi.
Bazen bir şarkının, bazen bir kokunun, bazen bir fotoğrafın yaptığı gibi, ama daha güçlü, daha sarsıcı..
Edebi değeri tartışılabilir kitabın, bir başyapıt olmadığını kabul edebilirim.
Ama yalın anlatımı ve bazı görüşlerin aksine hiç de "yapış yapış" olmayan derinliği ile güzel bir kitaptır, okunmalıdır bence. Ayrıca ekşisözlük'teki şu yoruma da katılmadan geçemeyeceğim.
"Kürşat Başar'in aynı sadelikte, güzellikte ve etkileyicilikte ikinci bir romanı yazabilmek için uğrunda vermeyeceği herhangi bir şey yoktur sanıyorum. Aslında bu herhangi başka bir yazar için de geçerli."
(ergi, 01.08.2005)
Roy Lichtenstein-M-Maybe
(Pek çoğunuz gibi ben de bu resmi, Kürşat Başar'ın o çook sevdiğim
kitabının kapağından hatırlıyorum.)
Daha çok uzuuun yazabilirim, bu kitap ve hissettirdikleri hakkında, ama şimdilik biraz da kitaptan alınıtlar yapmak istiyorum.

"güzel kalan yaralar vardır. sen de benim artık ancak izi belli olan, zaman zaman yanlış bir dokunuş ya da mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın – ne benzetme ama. ne zamandır onla birlikte yaşamaya çalışıyorum, bunu öğrenmeye. senin imgen, yaşamda değil de, kimi şiirlerde bulabildiğim bir boyut veriyor bana. ne kadar uzaktasın, yanındaki kadını tanıyorum, katmanları aşmak istemeyen biri olduğunu biliyorum, böylesi daha iyi değil mi, insan birinin içine girmeye, bu bilinmez yolculuğa çıkmaya kalkıştı mı o sonsuz girdaptan kurtulamıyor. tekrar tekrar okuyorum kartlarını, hâlâ bir sevgi kanıtı, küçük bir kırıntı beklediğim için mi –belki bir satırın, şu sözcüğün ardına gizlenmiştir– hâlâ beni sevdiğini, o zaman söylediğin gibi yalnızca beni sevdiğini bilmek için mi? çünkü senin varolduğunu bildiğim günler, telefonun çaldığı sabahlar, yanımda taşıdığım bir mektup, yakama taktığım bir iğne, göğsüme kazınmış bir işaret gibi benle birlikte, istesem de istemesem de. şimdi o salt aitlik duygusundan yüreğinin dibinde birşeyler, bu dünyada yaşaması imkânsız bile olsa zaman zaman yeniden kuytulara atılmak için küllerin arasından yeniden doğacak birşeyler kaldı mı yoksa gerçekten sonsuza dek mekânın bir yerinde kendi başına yaşayacağına inandığım birşey –metafizik bir aitlik, bir duygu, bir koku– tümüyle seni bırakıp gitti mi, bunu, ölümcül bir sorunun cevabını öğrenmek istiyorum"
********************************
"Çok fazla acıyı, çok fazla mutluluğu, çok fazla korkuyu, çok fazla yalnızlığı, çok fazla sevgiyi anlatamadığımı biliyorum. tenimde, tenimin altında bir yerlerde, o şarkıdaki gibi saklıyorum onu, bir düşte elimden tutuyor ama çok uzakta, göremiyorum bile, nasıl olup da görünmeyecek kadar uzaktayken elini tutabildiğime şaşıyorum"
********************************
"Buradayım. yağmur öyle çok yağıyor ki görmesen bile sürekli onu duyuyorsun. uyurken hep ıslanıyormuşum gibi geliyor. sana ne çok yazıyorum ama hiçbirini yollamıyorum. yazar yazmaz her şey eskiyor sanki, sözcükler uzaklığa ve zamana dayanıklı değil. sen de hep bu yeniden kurgulanmış, ayıklanmış kartlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. sevmeyi bilmediğim doğru ama özlemeyi ve hissetmeyi bildiğimi sanıyorum. buradayım, yağmur yağıyor ve anlayabildiğim, kendim hakkında, sözcükler halinde belirginleştirebildiğim tek şey bu? komik mi?"
********************************
"bazen sözcükleri unutuyorum. insan, sözcükleri istediği gibi bir araya getiremediğinde ölmek istiyor."

2 Aralık 2010 Perşembe

Ufff ne çok zaman geçmişşşşşş



Volcanic Ash Dunes
  Ne çoook zaman geçmiş , hepi topu 3 yazı yazmışım, sonra unutmuşum gitmişim :((
Heveslenip heveslenip sonunu getiremediğim binbir tane diğer iş gibi olmuş işte bu da sanki :(
Yok yok, yazacağım ama bu ara gerçekten yoğundu. Zaten 2 hafta yurt dışındaydım, tabi bu bahane değil, bir tane mail atmaya bakıyor ama, açıkçası daha ilk zamanlarım olduğundan hep de bilgisayar başındayken oturup yazdıklarımın neye beznzediğini görüp öyle yayınlayasım var :)
Daha yazacağım çok şey var aslında. Tatilde gidip gezdiğim yerleri paylaşmak istiyorum, güzel bir gezi yaptım. İyi geldi, hem de çok iyi, ama İstanbul ve iş , döner dönmez etkisi geçiverdi; şimdi sadece geziye geri dönmek istiyorum
Neredeyse 2 hafta dünyanın öbür ucundaydım, başka bir dünyada, gezdim, gördüm, yedim, içtim, alışveriş yaptım :), fotoğraf çektim, hatta kumar bile oynadım :) Keyifli bir geziydi, yaklaşık 2 hafta hiçbirşey düşünmedim, düşünmek de istemedm zaten. 10 saatlik saat farkı da inanılmaz işime geldi, burada bir hayatım ve işim olduğunu unuttum resmen. ta ki dönene kadar...
Döner dönmez, işimden, evimden, semtimden, hatta kendimden ne çok sıkıldığımı hatırlayıverdim. Bi de bu çok işime gelen 10 saatlik saat farkının da geri dönüşü hiç öyle kolay olmuyormuş. Gecelerim gündüz oldu, sabahlara kadar oturuyorum. İşten erken çıkıp eve uyumaya gidiyorum, o kadar yani...
Uykusuzluktu, sabahlara kadar oturup, tam da uykun gelip gözlerin kapanırken işe gitmek zorundakalmktı vs derken, bir de üstüne iş yeri saçmalıkları :(
İyice gerildim, sıkıldım, gitmeden önceki halim bin beter oldu :(
"Hayatımla ne yapmak istiyorum" demiştim ya hani... Şu tatil , 2 hafta herşeyden uzaklaşma, kafa dinleme belki iyi gelir diyordum ama, o da olmadı işte.... Hala aynı noktadayım, hatta daha kötü.... Çünkü çaresiz hissediyorum kendimi tuhaf bir şekilde. Hep bir yerlere, bir şeylere geç kalıyormuşum gibi; karar veremediğim her gün ömrümden geçip gidiyor ve be aynı yerde saymaya devam ediyorum. Aynı o kafes içinde tekerlek üzerinden dönüp duran hamster'lar gibi :( Bu döngüyü kırmam gerekiyor, gereken cesareti toplamam gerekiyor. İçimde öyle bir güç, öyle bir heyecan kaldı mı bilemiyorum. Ama deniyorum. Küllerimden doğmayı.....