3 Aralık 2010 Cuma

sen olsaydın yapmazdın, biliyorum

"güzel kalan yaralar vardır. sen de benim artık ancak izi belli olan, zaman zaman yanlış bir dokunuş ya da mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın – ne benzetme ama."

Bu alıntıları arayıp bulmadan önce, ekşisözlük'ten baktım. İyisiyle kötüsüyle yorumlar var, beklediğim kadar çok değil, ama var.
1993 yılıydı sanırım bu kitabı ilk okuduğumda. Üniversiteye hazırlandığım dönemlerdi. Bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak almıştım kitabı, dershane için gittiğim Bursa'dan ve Bursa'dan eve döndüğüm o yaklaşık 1,5 saatlik yolda, can sıkıntısından bi göz atsam mı diye başlayıp, sonuna kadar okumuştum, bir solukta...
Yoldan, yolculuğun içinde geçtiği o gürültülü, rutubet, insan ve hatta sigara kokan o otobüsten, yol arkadaşlarımdan, herşeyden soyutlanıp, gerçekten bir solukta nasıl bitirdiğimi bugün bile hatırlıyorum.
16 yaşındaydım ve belki de gerçekten hayatımda en çok etkilendiğim kitaplardan birisi oldu. En çok etkileyen değil, ama onlardan birisi.
Kitabı yazanın bir erkek olduğuna uzun süre inanamadım, Kürşat Başar'ı tanımazdım; uzunca bir süre aslında kitabı yazanın "Kürşat Başar" takma isimli bir kadın yazar olduğunu düşünmek istedim, gençlik ve naiflik işte.
Hayatımın sonraki dönemlerinde, tekrar tekrar okudum bu kitabı, sayısını hatırlamıyorum. Şimdi tekrar baştan sona okuyabilir miyim bilemiyorum, ama bazı cümlelerin etkisi hala sürüyor üzerimde. Hatırlamak istediğim bazı duyguları hatırlamamda yardımcı oluyor bana, hala hissedebildiğimi bilmek istediğim bazı duyguları...
Kendi içimde daha derinlere ulaşmamı sağlayan, bundan yıllar önceki "bana" ulaşmamı sağlayan bir gizli anahtar gibi. Tüm yaşanmışlıkların ardına gidip,  tüm aşklardan, ihanetlerden, unutulmuşluklardan, yalnızlıklardan, yozluklardan, nasır tutmuş yüreklerden öncesine gidip, o zamanki kendime bakmamı sağlıyor.
Dokunduğunuzda sizi geçmişe götüren bir anahtar gibi.
Bazen bir şarkının, bazen bir kokunun, bazen bir fotoğrafın yaptığı gibi, ama daha güçlü, daha sarsıcı..
Edebi değeri tartışılabilir kitabın, bir başyapıt olmadığını kabul edebilirim.
Ama yalın anlatımı ve bazı görüşlerin aksine hiç de "yapış yapış" olmayan derinliği ile güzel bir kitaptır, okunmalıdır bence. Ayrıca ekşisözlük'teki şu yoruma da katılmadan geçemeyeceğim.
"Kürşat Başar'in aynı sadelikte, güzellikte ve etkileyicilikte ikinci bir romanı yazabilmek için uğrunda vermeyeceği herhangi bir şey yoktur sanıyorum. Aslında bu herhangi başka bir yazar için de geçerli."
(ergi, 01.08.2005)
Roy Lichtenstein-M-Maybe
(Pek çoğunuz gibi ben de bu resmi, Kürşat Başar'ın o çook sevdiğim
kitabının kapağından hatırlıyorum.)
Daha çok uzuuun yazabilirim, bu kitap ve hissettirdikleri hakkında, ama şimdilik biraz da kitaptan alınıtlar yapmak istiyorum.

"güzel kalan yaralar vardır. sen de benim artık ancak izi belli olan, zaman zaman yanlış bir dokunuş ya da mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın – ne benzetme ama. ne zamandır onla birlikte yaşamaya çalışıyorum, bunu öğrenmeye. senin imgen, yaşamda değil de, kimi şiirlerde bulabildiğim bir boyut veriyor bana. ne kadar uzaktasın, yanındaki kadını tanıyorum, katmanları aşmak istemeyen biri olduğunu biliyorum, böylesi daha iyi değil mi, insan birinin içine girmeye, bu bilinmez yolculuğa çıkmaya kalkıştı mı o sonsuz girdaptan kurtulamıyor. tekrar tekrar okuyorum kartlarını, hâlâ bir sevgi kanıtı, küçük bir kırıntı beklediğim için mi –belki bir satırın, şu sözcüğün ardına gizlenmiştir– hâlâ beni sevdiğini, o zaman söylediğin gibi yalnızca beni sevdiğini bilmek için mi? çünkü senin varolduğunu bildiğim günler, telefonun çaldığı sabahlar, yanımda taşıdığım bir mektup, yakama taktığım bir iğne, göğsüme kazınmış bir işaret gibi benle birlikte, istesem de istemesem de. şimdi o salt aitlik duygusundan yüreğinin dibinde birşeyler, bu dünyada yaşaması imkânsız bile olsa zaman zaman yeniden kuytulara atılmak için küllerin arasından yeniden doğacak birşeyler kaldı mı yoksa gerçekten sonsuza dek mekânın bir yerinde kendi başına yaşayacağına inandığım birşey –metafizik bir aitlik, bir duygu, bir koku– tümüyle seni bırakıp gitti mi, bunu, ölümcül bir sorunun cevabını öğrenmek istiyorum"
********************************
"Çok fazla acıyı, çok fazla mutluluğu, çok fazla korkuyu, çok fazla yalnızlığı, çok fazla sevgiyi anlatamadığımı biliyorum. tenimde, tenimin altında bir yerlerde, o şarkıdaki gibi saklıyorum onu, bir düşte elimden tutuyor ama çok uzakta, göremiyorum bile, nasıl olup da görünmeyecek kadar uzaktayken elini tutabildiğime şaşıyorum"
********************************
"Buradayım. yağmur öyle çok yağıyor ki görmesen bile sürekli onu duyuyorsun. uyurken hep ıslanıyormuşum gibi geliyor. sana ne çok yazıyorum ama hiçbirini yollamıyorum. yazar yazmaz her şey eskiyor sanki, sözcükler uzaklığa ve zamana dayanıklı değil. sen de hep bu yeniden kurgulanmış, ayıklanmış kartlarla yetinmek zorunda kalıyorsun. sevmeyi bilmediğim doğru ama özlemeyi ve hissetmeyi bildiğimi sanıyorum. buradayım, yağmur yağıyor ve anlayabildiğim, kendim hakkında, sözcükler halinde belirginleştirebildiğim tek şey bu? komik mi?"
********************************
"bazen sözcükleri unutuyorum. insan, sözcükleri istediği gibi bir araya getiremediğinde ölmek istiyor."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder