29 Nisan 2011 Cuma

Ada Dans Tiyatrosu

Merhaba ,
Bugün sizlere dans tiyatrosuyla ilgilinen ve ilk zamanlarını ilk gösterilerini bilen "bana" göre her geçen yıl daha da gelişen, genç arkadaşlarımın yaptığı ve yapacağı gösterilerden bahsetmek istiyorum.
Grubun adı : Ada Dans Tiyatrosu
Dans Tiyatrosu herkese çok tanıdık bir ifade gibi gelmese de, sergiledikleri performansı " söyleyecek sözü olanların, bunları kelimelerle değil de, bedenleriyle söylemesi" şeklinde nitelendirebiliriz.
İzleyen kişinin farklı duyu ve duygularına hitap eden; anlatmak istediklerini müzikleriyle, kareografileriyle anlatmaya çalışan bir gösteri sergiliyorlar.
Gösterileri ilk zamandan bu yana değişti, gelişti, güzelleşti.
Ben tarafsız bakamam, kardeşlerim gibiler:) Bu işe başladıkları , evin salonunda, televizyonun neredeyse yere uçması pahasına yaptıkları provaları hatırlıyorum :) Bir nevi içinde değilsem de işin, yanından, kendrında köşesindeydim :)
Her gittiğim gösteride, her alkışta, her övgüde onlar adına, onlar kadar sevindim.
"y" kuşağı diye bahsettiğimiz, belki heryerde olmaya çalışırken, hiçbiryerde "tam" olamayan, farkındalık seviyesinin biraz daha düşük olmasını beklediğimiz kuşaktan gençler.
Ama, gözlemliyorlar, okuyorlar, izliyorlar, dinliyorlar, çalıyorlar, dans ediyorlar, hareket ediyorlar; en önemlisi kendilerini ifade etmek için birşeyler yapıyorlar.
yapmaya çalıştıklarıyla, gelecek kuşak için umutlu olmamı sağlıyorlar; bunun için onlara teşekkür etmek istiyorum.
Siz de yolunuz düşerse, 9,13,14 Mayıs'ta gösterileri var.
9 Mayıs'taki Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi'nde;(diğerlerinin yerini henüz bilmiyorum, ama öğrenince yazarım)
Genç insanların, sanatın, düşüncenin, yakın tarihin, sevginin, arkadaşlığın, hatırlamanın, berbaer birşeyler yapmanın güzelliği etrafında nasıl da bir araya geldiklerine ve enerjilerini o küçücük sahneden sizlere nasıl aktardıklarına tanık olun.

21 Nisan 2011 Perşembe

İnternet özgürlük mü, yasaklar dünyası mı?

Ne anladık bu işten, blogum var, yazı gönderebiliyorum, ama kendim göremiyorum.
Blogger kapalı değil, blogspot kapalı... Acaba neden? Blogspot altındaki tüm blogları kapatırken, ne düşünülüyor, bilsem.
İnternetin özgür bir dünya olduğunu kabul ediyorum. Kısıtlamaların daha az olduğu, kişilerin fikirlerini daha rahat ortaya koyduğu, ama bu kadar özgür olmalı mı, o da ayrı bir tartışma konusu tabi ki.
İnternet, gerçekten de sanal bir dünya. Gerçek hayatta baskı altında olan, kişiliğini saklamak ya da bastırmak zorunda kalan, çeşitli sebeplerle yüzyüze iletişimde kendisi gibi olamayan pek çok insan, kendini internet ortamında tekrar buldu.
Facebook, Second Life tarzı oyunlar, farmville ve benzeri sanal ortamlarda süren hayatlar, ilişkiler, sorumluluklar v.b.
Bir yandan insanlar kendileri olur hatta ikinci, üçüncü, n'inci "sanal" kişiliklerini oluştururken, bir yandan da tamamen kuralsız bir dünya haline gelmeye başladı internet.
Yani internetin özgür olması, bu ortamı kullanarak birine hakaret etmeyi yasal kılar mı? İnsanların kişilik hakları internette yok mu oluyor? İnternette kişilik haklarıma saldırı olduğunda, bunun yanıtı/cezası yine aynı kuralsız dünyada, karşıdakinin blog sayfasını hack'lemek, hakkında iğrenç şeyler yazan bir web sayfası oluşturmak v.b. mi olmalıdır?
Gerçek ve sanal dünya birbirinden bu kadar ayrılabilir mi? Tamamen birbirinden izole, farklı dünyalar mı?

Gelelim, yasaklara, kapatma kararlarına? ne kadar doğru veriliyor kararlar? Neyi kapatıypruz, nasıl kapatıyoruz? Kapatma kararına sebep olabilecek eylemlerden internet dünyasında ne kadar çok var, kimbilir?
Gerçekten ne kadarı bulunuyor, hep birisinin suçu duyurması, şikayetçi olması gerekiyor. belki internet kullanıcıs değilim, bir yerlerde interneti kullanan birileri bana hakaret ediyor, yalan/asılsız yazılar yazıyor, okuyan herkesin kafasında yanlış bir algı oluyor, çünkü internet bu, herkes girebilir, herkes görebilir.
Gençler birbirlerine buradan saldırıyorlar, bazen ergenlik çağında birisi için fiziksel ya da sözlü bir saldırıya göre çok daha derin yaralar bırakıyor.
Kişilikleri henüz gelişme evresinde olan gencecik beyinler, zihinler; sanal dünyalarda bölünüyor.
Doğru/yanlış algısı ikiye ayırlıyor: gerçek ve sanal
kendi kurduğumuz sun ucular, kendi kuraduğumuz ağlar üzerinde yarattığımız, bizim eserimiz olan bu dünyada  gerçekten tüm  kuralar bu kadar farklı olabilir mi? Dinamikler bu kadar farklı olabilir mi?
Amma çok soru sordun, çok biliyorsan kendin cevapla, biz nereden bilelim v.s. demeyin, n'olur?
İnsanın kafasını karıştıran, sadece siyah ve beyazın olmadığı, gri bölgelerin çoğunlukta olduğu bir konu bu.
Yazarken, bu konuyu açarken aklımdan geçen de, "okuyanların kafasında ufak da olsa bir soru işareti oluşturabilir miyim acaba " şeklindeydi.
 Kafanızı biraz karıştırabildiysem, birkaç soru işareti oluştuysa, belki kendi perspektifinizden yanıtlarıyla birlikte,  ne mutlu bana:)

3 Nisan 2011 Pazar

Kahvaltı-Maria'nın Bahçesi

2 ay yazmayıp, aynı günde 2 yazı :)
Aslında, blogun başında da belirttiğim gibi, gezmeyi, yemeyi seviyorum.
En çok sevdiklerimden birisi de kahvaltı. Hatta bu konuda yazıp, ayrı bir başlık altında bile toplayabilirim diye düşündüm.



Geçen hafta hava çok güzeldi ve güneşten, sıcaktan yararlaanalım, açıkhavada güzel bir kahvaltı edelim diye düşündük.
Adresimiz İdealtepe Maria'nın bahçesi oldu.
Hava çok güzeldi, açıkhavada , bahçede, yeşilliklerin arasında güzel beyaz ahşap masalara oturduk.
Acaba ne yesek diye etrafımızdaki masalara göz ucuyla bakınırken biraz bekledik. Açlık durumumuz da arttıkça, az biraz gerildik. Kan şekeri, malum :)
Sonra birden bir garson gelip masamıza 2 bardak çay bıraktı. Çay istemediğimi söyledim, durumu birz tuhaf bulup, çayı masadan aldı.
Sonra bir sepet ekmek ve simit geldi, ve ne olduğunu anlayamadan peynir,domates, salatalık, salam...
4 çeşit peynir tabağında, 2 şer dilim peynir vardı; salam tabağında da 2 ince dilim salam.
bir de 5 çeşit reçelden oluşan ve küçücük minicik kaseciklerle servis edilen reçel tabağı.
Ne olduğunu anlamadan, kimse ne istediğimizi sormadan masamız doluverdi.
Çok acıkmıştık ve yemeğe başladık. Ne yumurta, ne omlet, ne börek, ne de başka birşey. Zaten çok açtık, peynir ekmekle karnımızı doyurduk, reçeller de fena değildi .(Kestane reçelini çok sevdim, hepsini ben yedim :))
Alıştığımız ya da hayal ettiğimiz gibi serpme kahvaltı değildi, kaymaklar, börekler, hellimler, sucuklar v.b. yoktu.
Ortam güzeldi, iyi havada gidip yeşillikler arasında oturup, aynı zamanda deniz havası almak için süper.
Ama hesap gelince, biraz fikrim değişti. Bu kadar özensiz ve butik hizmet anlayışından, müşteriye özel servisten, "ne alırsınız?" ya da "Biraz daha kestane reçeli?" gibi nazik sorulardan çok uzak bu kahvaltı 25 TL idi.
Mekan, ortam, ambians güzel.
Yemekler diyeceğim, diyemiyorum, peynirler fena değil, ama az, kestane reçeli güzel.
Fiyat çok pahalı
servis kötü
Fiyat/performans değerlendirmesinde kesin sınıfta kalır.
Benim önerim, biraz daha kişiye özel servis, biraz daha müşteriye ilgi, biraz daha çeşit, durumu kurtarmaktan da öteye gidecektir. Loksyon ve ambianstan kaynaklanan avantajı, dezavantaja çevirmemeliler.
gideceklere de, restaurant yönetimine de duyurulur :)

Tembelliğin sonu yok

Baktım ki nerdeyse 2 ay olmuş yazmayalı, herhangi mantıklı bir bahanem de yok açıkçası..
Bazen böyle şeyler oluyor, hayatın belirli bölümlerinden kopuyorum, gerçeten bir açıklaması yok, ama oluyor işte.
Neyse, bu bölümleri çok uzatmamalıyım sanırım.
Bu sürede neler yaptın derseniz, hem de bir çok şeyden kopacak kadar , pek birşey yok aslında.
Paylaşmak istediklerim var tabi ki :
Dinamikleri Kongresi-İPYD
Cuma ve Cumartesi günleri, İPYD(İstanbul Proje Yönetimi Derneği) tarafından düzenlenen 12. Dinamikler Kongresi'ne katıldım.
Dernek tarafından her yıl belirli bir tema çerçevesinde Proje Yönetimi konusunda çalışan kişilerin kendi deneyimlerini ve yönettikleri projelerde öğrendikleri dersleri, takip ettikleri metodolojileri, faydalandıkları kaynakları yaptıkları sunumlarla paylaştıkları 2 gün süren bir etkinlik.
Bu yıl tema "Çok Uluslu Projeler"di ve 2 gün boyunca hepsi biribinde güzel ve faydalı pek çok sunuma katılma fırsatı buldum.
Çok uluslu projelerde kültür ve dil farklılıklarının getirdiği zorlukları aşmanın yollarından tutun da, farklı ülkelerdeki geleneklere, uluslararası projelerin kişilere kattıklarına ve tüm zorluklar aşıldığında ortaya çıkan güzel sonuçlara dair pek çok sunum yapıldı.

  • Benim favorilerim arasında ilk sırada "Proje Yönetimi ve Y Kuşağı" sunumu ile Tanol Türkoğlu geliyor. Y kuşağı kavramına, proje yönetimi ve  genel olarak iş hayatı bağlamında ışık tutan ve aslında hepimizin bir şekilde görüp bilip tam olarak adlandıramadığımız farklılıkları gözler önüne seren güzel bir sunum gerçekleştirdi. Kuşaklar arası farklılıkları ve bu farklılıklardan, Y kuşağının karakteristik özelliklerinden iş hayatında nasıl fayda sağlanabileceğine dair güzel ipuçları içermekle birlikte, çok da eğlenceli ve herkesi bir anda sarıveren güzel bir sunum oldu. 
  • Selnur Gülüm'ün "Londra-Paris-Cenevre üçgeninde bir Proje Yöneticisinin Kariyer Yolculuğu" sunumu da oldukça etkiliydi. Pozitif tavrı, yarattığı sıcak, samimi ortamla birlikte sunumun ana konusu olan iş hayatı, kariyer yolculuğu, başarıları ve seçtiği yaşam tarzı da beni çok etkiledi açıkçası. Her gün "rüya iş"ini bulan ve kariyerine bu yolda devam eden profesyonellerle karşılaşmıyoruz sonuçta :)
  • Uluslararası projeler bağlamında bir kariyer öyküsüne odaklanan bu sunum ve kuşaklar arası farklılıklara proje yönetimi bağlamında esprili bir dille yaklaşan diğer sunumdan sonra, 3. olarak da Serdar Günizi'nin gerçekleştirdiği "Sanal Ortamda Proje Yönetimi" sunumu konuya daha teknik yaklaşan, ama oldukça bilgilendiridici ve Serdar Bey'in birçoğumuz için çok yararlı olan deneyimlerini paylaştığı güzel bir sunum oldu. Sunumların üçünün de, çok farklı olsalar bile, en önemli ortak yanları, farkındalıktı. 

Farkındalık deyince de, kongrenin en sonunda Cemil Türün'ün 16. yüzyıl tarihi ile günümüz ekonomik sistemi arasında kurduğu bağlantılar ve bu ilişkiler kapsamında bize sağladığı bambaşka bakış açısı ve farkındalık kesinlikle bahsetmeye değer :)
Tımarlı sipahiler-yani günümüz KOBİ'leri, Avrupa'nın bu sisteme yanıtı, lineer ordu-corporation benzetmeleri, çok etkileyiciydi.
Mehpare Sözener'in uzun yıllar farklı ülkelerde sürdürdüğü iş hayatı bağlamında, ülkeler ve kültürleriyle ilgili bizimle paylaştığı tecrübeleri de gerçekten hoş bir kapanış oldu.
İlk kez 2008'de katılmış olduğum Dinamikler, bu yıl bende çok daha derin bir etki bıraktı açıkçası. Bilgi yoğun ve teknik sunumların yanı sıra, iş hayatında güzel işler başararak güzel yerlere gelmiş kariyerinde ilerlemiş başarılı  kişilerin kişisel tecrübelerini bizlerle paylaştığı faydalı bir ortam hazırlamışlardı.
İPYD başkanı Alev Akın ve Dinamikler 2011 proje yöneticisi Tolga Özdemir'e de buradan teşekkür etmek isterim. Organizasyonun büyüklüğü ve güzel planlanmış olmasından bahsetmiyorum bile :)
Çok faydalı ve keyifli 2 gün geçirdik hep birlikte.
Bir sonraki yılı sabırsızlıkla bekliyor olacağım:) Hatta o kadar hoşuma gitti ki, umarım bu sefer ufak daolsa organizasyona katkıda bulunma şansım olur :)